Aşık Şenlik

Tarihi bilgilerden anlaşıldığına göre Terekemeler ve Karapapaklar, Türkmen Çay antlaşması ile Borçalı ve Gazak bölgelerinden göç ederek, Kars bölgesine gelirler…Guruplar halinde Kars’ın bir çok bölgelerine yerleştiklerin! biliyoruz

Gelen göçlerden 20 kişilik bir grup sabahın kuşluk vaktinde Ballı kayanın tepesine çıkarak etrafı seyretmeye başladılar. Baktıklarında gördüler ki dört tarafı dağlarla çevrili zümrüt gibi yemyeşil bir ova, ibirişim telleri gibi ovanın bir çok yerinden akan sular sanki bunlara bağırırcasına “Gelin sizin köyünüz burası.” der gibiydi. Birbirlerine göz işareti yaparak gördüğümüz akarsuların kaynağı orada ise bizim köyümüz burası olacak. Aşağıya inerek suyun kaynağım buldular. Yarım ay şeklinde 10 tane bulak sıralanmış sanki her birine birer motopomp bağlanmışçasına şırıltıyla sular yarım metre yüksekliğe fışkırtıyordu. Aradığımızı bulduk diyerek bir birlerine sevinç dolu umutlarla bakıştılar.

Bu su karasudur. Kışın da donmaz. Bu kara su isminden esinlenerek kısa bir zaman su kara olarak tanınmış daha sonra Sukara’yı Suhara olarak değiştirmişler.

Suhara köyüne yerleşenlerin arasında bulunan aynı zamanda köyün imamlığım da üstlenen köy halkının sevdiği ve saygı duyduğu Molla Ahmet bir gün öğle namazından sonra komşularına hitaben: Köyümüzün afetlerden korunması için vücudumuzun sıhhatli rızkımızın bereketli olması için kadınlarımız, kızlarımız biraz bizden uzakta olmak üzere bir mevlüt okuyalım. Herkes evinden yemek ve şerbetin! getirecek. Samimi hislerle birbirlerine bağlı olan komşular Allah senden razı olsun kalbimizden geçenleri söyledin, ikindi namazı kılındıktan sonra erkeklere Molla Ahmet ve oğlu Kadir ile mevlüdü şerife başladılar. Kadınlar arasında ise tek okumuş olan Ömer ağanın kızı Zaliha bülbül sesiyle şakımaya başladı. Hafiften esen bir rüzgar Zaliha ‘nın sesini Kadir’e, Kadirin sesini Zaliha’ya ulaştırıyordu. O gün Kadir’in gönlünde Zaliha’ya karşı Zaliha’nın gönlünde Kadir’e karşı tarifsiz bir sevgi hasıl oldu. Bir kaç saat geçmişti ki halk arasında fısıltılar başladı. Molla Ahmet’in oğlu Kadir herhalde Ömer ağanın kızı Zaliha’yı istiyor.

Kısa bir müddet sonra bu haber Molla Ahmet’in kulağına geldi. Molla Ahmet buna çok sevindi, çünkü Ömer ağa gibi bir dünürü, Zaliha gibi bir gelini olacaktı.

Molla Ahmet meseleyi uzatmadan komşularından bir kaç kişiyi alarak Ömer ağaya misafir oldular. Sene 1840. kısa bir zaman sonra Zaliha misafirlere hizmete başlayarak ilk çayım getirdi Bizde adettir böyle durumlarda gelen misafirlerin isteği yerine getirilmese çay, içilip yemek yenilmez. Bu durumu hisseden Ömer ağa, “Hayrola komşular neden çaylarınız! içmiyorsunuz? Sanki bana bir şey söyleyecek durumunuz var gibi geliyor”.

Molla Ahmetin yanında gelen adamlardan biri derhal söze başlar. Ömer ağa, ‘Tam kalbimizden geçenleri yüzümüze okudun biz buraya hayırlı bir iş için geldik.

Allah’ın emriyle kızın Zaliha’yı Molla Ahmet’in oğlu Kadir’e istemek için geldik eğer isteğimizi kabul edersen çayınızı da içeceğiz, yemeğinizi de yiyeceğiz. Şayet istediğimiz! kabul etmezsen çayınızı da içmeyeceğiz yemeğin! de yemeyeceğiz.” Ömer ağa hiç tereddüt etmeden güler bir yüzle o emretti ki sizler geldiniz büyürün çaylarınızı için Allah’ın emrine ne haddim var karşı gelmeye. Çaylar içilip yemek yendikten sonra sevinçle evine dönen Molla Ahmet kısa bir müddet sonra düğün hazırlıklarına başladı.

Kadir ile Zaliha dünya evine girdiler. Sene 1850 ilkbaharın ilk ayı mayısın son haftası işte o gün hocanın ezan sesiyle uyanan Kadir abdest almak için hazırlığa başladı. Tam camiye gitmek üzereyken karışı Zaliha utanarak kendimi iyi hissetmiyorum, komşumuz olan Salatın Halayı çağır camiye öyle git der. Durumu hisseden kadir komşusunun kapışım çaldı. Salatın Halaya Zaliha’nın yanma gitmesini söyledi ve kendisi camiye gitti.

Namazdan dönüşte Salat’ın Halayla dışarda karşılaştı ve ilk müjdeyi verdi. Gözün aydın nur topu gibi oğlun dünyaya geldi, hayırlı evlat olması için kurban keş ve haseneler dağıt, Salatın Hala az sonra ben geleceğim dedi ve evine gitti. Heyecanla evine giden Kadir şehadet parmağı ile oğlunun yüzünü elliyerek, merhaba oğlum Hasan farkında olmadan çocuğunun ismini takmıştı.

Gel Hasan git Hasan diyerek her köy çocuğu gibi yıkıla kalka zaman aşındırmaya başladı, 5 yaşlarında iken babası Kadir itina altında büyütmeye. çalıştığı Hasan’ı o gün tabiatın çok güzel çağı olduğu için tarla ve çayırları Hasan ile dolaşmaya karar verdi.

Karışı Zalihaya: Hasan ile beraber gideceğim, Hasan’ın karnı acıkabilir biraz yiyecek hazırlasan iyi olur”der. Baba oğul köy sınırları içerisinde bulunan kulaklar mevkiindeki tarla ve çayıra bakmak için yola düşerler, bazen Hasanın elinden tutar bazen de sırtına alarak köye 4 km.mesafede bulunan çayırlara giderler. Biraz dolaştıktan sonra Molla Kadir gölgesine bakarak öğlen namaz vakti geldiğin! anlar. Kara çayın kenarına inerek abdest almaya hazırlanır. Az sonra Hasan uyumak istediğin! söyledi. Babası Kadir bir kucak ot ve çiçeklerden yolarak yastık gibi oğlu Hasan’ın basının altına koyar ve üzerine arkalığım örterek namazına başlar. öğle namazının sünnetin! bitirip farzına başladı. Bir ara uyumakta olan oğlu Hasan’a taraf baktı o anda korkunç bir manzara ile karşılaştı.Hasan’ın yanma bir yılanın girdiğini gördü, o anda vücudu hareketsiz halde kaldı, gözleri yaşardı. istese de namazı bozamazdı çünkü vücudu o anda hareketsiz kaldı yaşlı gözleri ile ikinci korkunç durum ile karşılaştı, suyun öte tarafında bir akrebin sürekli olarak sağa sola koşuştuğunu ve onun da niyetinin Hasan olduğunu anladı. Akrep suyu bir türlü geçemiyordu. Bu arada suyun akarı ile bir evelik dalı Hasan’ın istikametine geldiğine, çimlere takılarak köprü halini aldı. Yıldırım hızıyla karşıya geçen akrep de Hasan’ın yanma girdi ve birkaç saniye sonra çıkıp gitti. O anda Kadir’in vücuduna hareket geldi ve yaşlı gözlerle oğlu Hasan’a koştu. Hasan’ın üzerinden arkalığım aldığında hayretler içerisin de kaldı. Hasan mışıl mışıl uyuyor, yılanın başı tam Hasan’ın çenesine dayanmış hareketsiz duruyordu.

Kadir oğlunun üzerinde ki yılanı uzaklaştırmak için dokunduğunda yılanın bir demir çubuk gibi kaskatı olduğunu gördü. Şükrederek “Ya Rabbim sen o akrebi göndermeseydin Hasan yılan tarafından zehirlenecekti,” Az sonra hiç bir şeyden habersiz olarak uyanan oğlunun elinden tutarak köye döndüler.Gördüğü macerayı göz yaşları içersinde camidekilere anlattı. Camidekiler kendisinin derhal kurban keserek fakirlere dağıtmasın söylediler.

işte bu maceradan sonra köy halkı Hasanla bir bütün oldu. Herkes onu sevmek, konuşturmak ve görmek istiyordu sanki köy halkı Hasan’a koruma altına almıştı. Daha sonra babası Kadir karışı Zaliha’ya Hasan’ın eğitim zamanının geldiğini söyler. Karı koca günlerce ve hatta aylarca uğraşmalarına rağmen Hasan’a bir Elifi dahi yazmayı öğretemezler. Karşı, karşıya oturan karı koca masum bakışlarla bir birlerine bakarlar; ” Keşke böyle bir çocuğumuz olmasaydı.” dercesine ikisi de başlarım önlerine eğerler. Hasan’a küçük de olsa bir ceza olarak babası ve annesi onu en ağır işlerde çalıştırmaya başladılar. Hasan boş kaldığı zamanlarda bazen müsaade alarak bazen de müsaade almadan babasının av tüfeğini alarak dağlarda su kenarlarında sanki bir maral kuzusunu kaybedip ararcasına bir şeyler arar dururdu. Ne aradığını kendisi de bilmiyordu.

Hasan durgun hareketleriyle etrafındakilerin dikkatin! çekiyordu. Zaman ilerlemiş Hasan da bu arada 14 yasma gelmişti. Yine bir gün Hasan kendisini çok sıkıntı içerisinde hisseder, hiç kimseye bir şey söylemeden babasına ait av tüfeğini alarak daha önce bahsettiğimiz Kulaklar mevkiine doğru yol alır.

Yine bahsettiğimiz Karaçay’ın yanma gelir, Daha evvel hazırlamış olduğu çukura girerek avım beklemeye başlar. Çok yorgun olduğunu hisseden Hasan bir türlü gözlerin! uykudan açamıyor, bir ara kendisin! zorladı ve kalktı, biraz ot yoldu üzerini örttü ki kendisin! av hayvanları görmesin sadece onu biliyor. O gün Hasan yok, geldi gelecek derken ikinci gün de yok üçüncü günde annesi Zaliha göz yaşları ile oğlu Hasan’ın 3 gündür eve dönmediğini öğle namazından çıkan köy halkına söyledi ve o anda gürültülü söylentiler başladı, sonra da ortalığı bir sessizlik aldı. Başladılar birbirlerine sormaya.İçlerinden birisi 3 gün evvel elinde tüfek evlerinin önünden
geçtiğini söyledi, O anda kendi aralarında 6 gruba ayrıldılar, Köy arazisini aramak için harekete geçtiler. Birkaç saat sonra arayan gruplardan ikisi Karaçay’ın sağ ve soluna bölünerek hem şüpheli yerleri hem de suyun Akağım izliyorlardı. Bir müddet sonra suyun kuzey kesiminde olan grup tam Hasan’ın yatmış olduğu çukurun basma geldi. Baktılar ki otlar kurumuş tüfeğin namlusu dışarı çıkmış. Evvela sessizce Seyrettiler, sonra otları üzerinden aldılar. Nefes alıp verdiği belli değil, ağzından biraz salya akmış, olduğu yere yığılmış halde Hasan’ın perişan halini gördüler Aralarında parola olarak kullandıkları kelimeyi sesi gür olan biri “Bulduk!” diye bağırdı. Kısa bir zamanda birbirlerine yetiştiren köy halkı Hasan’ın etrafında toplandı. Babası Kadir’in gözleri yaşardı gayri ihtiyari bu kelime süzüldü. “Keşke o zaman yılan zehirlese daha iyi olurdu.” Köy halkı daha fazla beklemeden Hasan’ı bazen sırtlarına, bazen kucaklarına aldılar daha evvel Hasan’ı bulduklarını köy halkına haber göndermişlerdi. Köy halkı uzaktan kalabalığın geldiğini gördü kadın, kız,büyük, küçük, herkes yol etrafına toplanmışlardı. Hasan’ın perişan hali,arkadaşlarım üzüntüye boğdu.Feryat figan ,ağlaşmalar arasındaHasan’ı evine getirdiler.

Annesi acilen bir yatak serdi ve Hasan’ı sesizce yatırdılar. Herkes olduğu yere çöktü gözler Hasan’da. Hoca Yasin-i Şerife başladı,Rengi sapsarı olan Hasan’ın rengi yavaş yavaş kızarmaya başladı. Az sonra bir hıçkırıkla manalı manalı etrafım seyretmeye başlayan Hasan, sanki birini arıyordu. O anda halkta yine bir sevinç gürültüsü oldu. Hocanın işaretiyle tekrar herkes sustu. Onlar Hasan’a, Hasan onlara bakmaya başladılar. Hoca fazla dayanamadı , “Oğlum Hasan 3 gündür sen yoksun. Senin bu halin nedir, sana ne oldu, neden böyle manalı manalı bakıyorsun?” demesi üzerine yastıktan başını kaldıran Hasan; ilk divanisini söyledi. Ve dedi ki:

Ders alıp haktan okudum ilmi ayet bu gece
Men için vesfi hal oldu çok rivayet bu gece
Aşığı maşuğa yazan ilahi irepbena
Sırrı gutretten yerişti hub hidayet bu gece

Galdırdı hüsnü likabın tehnetti mayitaba
Hasretinnen bi-zar oldum düçeşmim gelmer haba
Gameti selvi hıraman sürahi gaddi Tuba
Bir acayip gılman gördüm melek sıfat bu gece

Şenliyem od düşüt cana vücudu kül olmuşam

Zer çekif feryat etmeye şeyda bülbül olmuşam

Gazabı görsetti cana hışmı afet bu gece.

Hoca dedi ki “Oğlum altı ay baban dövdü, dokuz ay annen dövdü, bir sene de ben dövdüm, biz sana bir elifi öğretemedik şimdi sen bu kelimeleri nerden öğrendin? Birçoğunu ben dahi anlamıyorum. “İşte Hasan, o günden sonra “Şenlik” adıyla şiirler söylemeye başladı.

Asıl adı Hasan olup 1850”de Çıldır”ın Suhara (Yakınsu) köyünde doğmuştur. Kendisine “Aşık Şenlik” takma adını almıştır. “Çıldırlı Aşık” diye de bilinir. Aşık Şenlik Terekeme (Karapapak) boyundandır. Karapapak ağzını en yetkin biçimde kullanan Şenlik, 14 yaşında kuş avcılığı yaparken dere boyunda uyuya kalmış, düşünde aşk badesini içmiş. Kalkınca şiir söylemeye başlamış. 19 yaşında iken Ahılkelek”in Lebis köyünden Aşık Nuri”den saz çalmayı öğrenmiştir. Kars, Ahıska, Borçalı, Tiflis, Gürü ve Revan”ı , dolaşmış, çağının birçok aşığıyla karşılaşmalar yapmıştır.

Edebiyat araştırmacısı Nejat Birdoğan, Şenlik”in şiir dünyasına eğilirken şunları söyler: “Artık, ozanlığa ve deyişlere bir düşle boşlamalarının gerçek olduğunda şüphe, kalmayan bütün halk ozanlarının düşünü Şenlik de görmüştür. Bu düşte bade yoktur. Sadece Salatın isminde bir kız görmüş, bu görüş kızın ardı sıra yanıp tutuşmasına yetmemiştir. Nitekim ozanımız da Huri isminde bir kızdan başkasına yanıp tutunma ve bağlanma yoktur. Huri de çabuk unutulmuştur.

Doğduğu, yetiştiği bölgenin Azerbaycan’a yakın oluşunun dilini de etkilediği gözleniyor. Azeri Türkçesine yatkın bir dil kullanmış. Öğrenim görmediği anlaşılıyor. Böylece, saz ozanlığının, halk ozanlığının arılığını koruyabilmiş olduğu söylenebilir.

Çiftçilik, avcılık yaparak geçimini sağladığı anlaşılan Aşık Şenlik, yetiştiği bölgedeki bütün tarihsel olayların içinde yaşamış, savaşların acısını, yıkımını çekmiş bir ozandır.

Halk şiiri, günümüze yaklaştıkça özünde özelliğini giderek yitirirken Aşık Şenlik’in yalnız biçimde değil özde de geleneksel halk ozanlığının “Aşık”lığın özelliğini koruma çabası dikkati çekiyor. Başlıca önemi, özelliği de buradan kaynaklanıyor

Dinleyin ahbaplar, yaran yoldaşlar
Bir sağalmaz derde düştüm bu gece.

dizeleriyle şenlik hayatına başlayan ozan, güvenlidir. Bu tatlı derdin bir yandan kendini kemirirken diğer yandan da kendine bir ün bırakacağına emindir. O, dizelerinde bazen bir altın, bazen bir aşra vurulan direk olarak kendisini görür:

Men bir zerem zer kadrini bilene
Aşkın metahını satmak isterem.

veya, Rütbem arşa direk oldu, hak ile yaksan menem.

Bütün bu güvenle ve gururla beraber ustaya saygı, konusu, deyiş ve Sanat bakımından zorlanmama, güler yüzlülük deyişlerde ana temdir. Din konusunda halka özgü olağanüstü bilgileri bile kapsayan duyuşlarla dolu fakat asla ısrarlı değildir. Zaten Şii mezhebinin (Aşık Şenlik Şİİ DEĞİLDİR) etkisiyle bir toleransı da vardır. O yörede kadınlarda kaç göç yoktur. Doğa konularında çiçeklere, gelin kız dedim-dedilere bağlanır. Şenlik vefadan yakınır. Toplumdan şikayetçi değildir. Toplum içerisinde bir insan düşmüşse bu toplumun değil kişinin suçudur. Kişi, Sakınarak gezmeli ve konuşmalıdır.

Manasız mantıksız sözü bilmenin faydası ne?
Az anlayıp çok söyleyip gülmenin faydası ne?
İtibar dediğin elde bir muhalif şişedir
Boş yere kaldırıp taşa çalmanın faydası ne?

veya

Kadir Allah budur senden dileğim
Mert olanı salma baştan ayağa,
Men ezzinam ayağa
Nazlım olurup ayağa
Göreydim gül zünü
Yüz süreydim ayağa.
Aman aman mağıl dolan mert yiğit
Seyragıplar salar seni ayağa.

Şenlik çağı, halk ozanları bakımından geniş ve güçlü bir çağdır. Ozanımız bu ozanlardan Feryadi, Mazlumi, Sümmani, Aşık Abbas ve İzani ile karşılaşmıştır. Sümmani, ile bütün hayatları boyunca bir kardeş gibi yaşamışlardır. Söylentiye göre bir karşılaşmalarında uzun boylu çaba sarf edip, yorulunca Şenlik”in annesi içeri girerek her ikisine de kardeşsiniz anlamına gelmesi için göğüslerini göstermiş ve ozanları ayırmıştır.”

Dil olarak ağdalı bir dil kullandığı görülse de, çağının ozanlarında genel olarak görülen bu durum, salt Şenlik için eleştiri konusu edilebilecek bir özellik değildir.

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının olduğu dönemde Şenlik kahramanlık destanlarıyla, koçaklamalarıyla yöredeki milis kuvvetlerin direnç kaynağı olmuştur.

Kars”ın Ermenilerle dolu olduğu günlerde, Çıldır”dan Kars”a gelen Aşık Şenlik, durumun kötü olmasından, geri döner. Dönerken yolda arkasında süvarileriyle, bir Rus Generali rastlar. Kendisinden vaziyet hakkında ve Rus Çarlığını mı, yoksa Osmanlıların yanında mı yer alacağını soran Rus generalini kendisine hayran bırakan cevaplar verir. Kendi dinlerini rus generaline bizim dinimizi de bize söyler . Rus Aşık Şenlik in Canını kurtarmak için rus generali öven sözler söylemesini beklerken hakikati söyler. Generalin takdirini kazanır. Ve Rus general bundan etkilenir Şenliğin yoluna gitmesine müsaade eder.
YIĞILIN AHBAPLAR

Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar
Gamlı gönlüm vatanından yad olur
Kahpe felek beni sürgün eyledi
Dostlar ağlar düşmanlarım şad olur

Daha geçti devran sürmek sırası
Aşk okunun merhem bulmaz yarası
Hiç kimsenin başa yanmaz çırası
Çoklar bu sevdadan na-murad olur

Ustasından ders almayan pirsizdi
Bir gül gördüm dört tarafı harsızdı
Koy desenler Kul Şenlik’e arsızdı
El içinde bu iş mana ad olur
Ölümü ve Mezarı

Aşık Şenlik’in erken ölümüne sebep olan Revan yolculuğu şöyledir; 1913 yılı yaz aylarında, Revan Hanlarından birinin büyük bir düğünü olur. Bu düğüne çeşitli yörelerden bir çok aşık katılır. Geleneklerine göre, Hanlardan birinin “Toy Babası” olması gerekiyordu. Çok şerefli ve gösterişli bir unvan olan toy babalığı için Hanlar arasında büyük çekişmeler olur. Bu hanların her birinin himayesinde bir veya birkaç hikayeci usta aşık bulunurdu. Sonunda, hangi Hanın aşığı hiç duyulup işitilmemiş yeni bir hikaye anlatırsa, o Hanın toy babası olmasına karar verilirdi. Daha önce Şenlik’in çıraklığını yapmış Revanlı Aşık Bala Memmet’te, Hanlardan birinin himayesinde bu düğüne katılarak, ustası Aşık Şenlik’in “Latif Şah” adlı hikayesini anlatır. Çok beğenilen Latif Şah hikayesini anlatan Aşık Bala Memmet’i zorlayarak, hikayenin asıl sahibini öğrenir ve Çıldırlı Aşık Şenlik’i Revan’a getirmesi için kendisine bir aylık süre verirler. Bala Memmet Çıldır’a gelir ve ustasına durumu anlatır. Bunun üzerine Aşık Şenlik, çırağı ile birlikte Revan’a gider. Revan Hanlarının aşıklarından bazıları, Şenlik’in daha önceleri Gümrü, Tiflis ve Borcalı’da görüşüp, tanıştığıve yarışıp üstün geldiği aşıklardır. Bu nedenle Şenlik’ten çekiniyorlardı. Şenlik Revan’da Hanlar’ın en ünlü aşıklarıyla karşılaşıp,üstün gelir. Aşıkları yenilen ve dolayısıyla kendi itibarları daazalan Hanlar,bu Osmanlı Aşığının yemeğine zehir koydururlar. Revan’da hastalanan Şenlik.Gümrü’ye kadar trenle, oradan da öküz arabasıyla Çıldır’a gelirken, Arpaçay’ın Dalaver köyünde ölür. Cenazesi Suhara’ya getirilir. Mezarı Suhara (Aşıkşenlik Beldesi)’dedir.